Uzun Hikaye ve Mustafa Kutlu

album-art

“Kasabalardan kaçanların serüvenleri ne kadar birbirine benzer ve niçin sonu hep hüsranla biter?”
Uzun Hikaye – Mustafa Kutlu

Uzun Hikaye, Mustafa Kutlu’nun 2000 yılında ilk baskısını yapmış bir eseri(dir). 2012 yılında Osman Sınav yönetmenliğinde bir de filmi uyarlanmış(tır), kadrosu oldukça sağlam olmakla beraber başarılı bir uyarlama olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu yazıda daha çok kitabın kendisi ve bu bağlamda da Mustafa Kutlu ile ilgili konuşacağız.

Kitabın konusundan kısaca bahsedecek olursak; Kitapta bir Bulgar göçmeni olan Ali ve onun göçebe hayatı anlatılıyor. Çocukluğunda dedesi Pehlivan Süleyman ile birlikte zor şartlar altında İstanbul’a göç eden Ali burada dedesini kaybetmiş ve tamamen yalnız kalmıştır. Ancak gençlik döneminde aşık olduğu ve ailesi izin vermediği için kaçırmak zorunda kaldığı Münire ile yollara düşmüş ve yalnızlığı son bulmuştur. Göç yollarında Mustafa adında bir de çocukları olan çift, Münire’nin ikinci çocuğuna hamileyken ölmesi sonucu dağılır. Bu sefer de Ali Bey oğluyla beraber göç etmeye devam eder ancak Ali Bey’in sisteme karşı başkaldırıları ve adalet isteği yüzünden gittikleri hiç bir yerde gün yüzü göremezler ta ki kendisi bir kasabada tutuklanana kadar… Bütün bu göçler Mustafa’yı çok yormuş babasının tutuklanması da son nokta olmuştur. Artık kendi başına bir yere kaçmak isteyen Mustafa’ya babası da hak verir. Mustafa giderken kasabadan aşık olduğu Feride’yi de yanında götürmek ister ancak ailesinin baskısından korkan Feride hüzünlü bir şekilde onu reddeder. Kendi başına yollara düşen Mustafa da kendi hikayesini yaşamaya başlamıştır artık.

Bir eserin isminin içerik ile ilgili önemli ipuçları verebileceği kanaatindeyim. Mustafa Kutlu da Uzun Hikaye adıyla hem kitabın türünü koymuş hem de eserde anlattıklarının uzun bir hikaye kadar girift olduğunu belirtmiştir.¹ Ali Bey sonrasında ise oğlu Mustafa… Hikayeler hep bu şekilde süregelir hep de bir bunalım sonrasında gelişir. Mustafa Kutlu bu bunalımı ve bunalımın getirdiği başkaldırıyı eserlerinde çok güzel yansıtır. Uzun Hikaye’de gördüğümüz karakterler bunun çok güzel bir örneğidir. Göçmen Ali Bey, onun sevdasına olan bağlılığı, adalet düşkünlüğü sonrasında oğlu Mustafa ile olan ilişkisi güzel bir şekilde yansıtılmış. Bu bakımdan kitapta çok sağlam karakter tasvirleriyle karşılaşırız; keza mekan tasvirleri de öyle adeta okuyucuya resim gösterirmiş gibi… Mustafa Kutlu köy halkının, köy manzaralarının o samimiyetini yine samimi bir şekilde önümüze getirir.

Modernizm sonrası insanların köylü, kentli şeklinde ayrıştırılması sonucu her iki taraf açısından da birçok yönden kültürel farklılaşmalar meydana gelir. Kentleşme hızlanır, köyler boşalır ve bu da çevresel, ekonomik ve toplumsal anlamda birçok problemi beraberinde getirir. Tarımsal üretimin azalması, köylerdeki yaşam koşullarının gün geçtikçe kötüye gitmesi ve şehrin sahip olduğu şaşalı cazibe, insanların köyden kente göçlerini hızlandırır. Ancak her iki tarafında kültürel olarak çok farklı yapılara sahip olması birçok insanın buna ayak uydurmasını zorlaştırır, uyum sorunları ortaya çıkar kısacası insanlar kültürel bir çatışma arasında kalırlar.² Bu bağlamda Mustafa Kutlu’nun eserlerinde iki sosyolojik olgunun çok önemli bir yer tuttuğunu söyleyebilirim: Köy ve kent. Bu kültürel çatışmanın arasında sıkışıp kalmış, bir bunalım içerisinde olan insanların yaşam tarzlarını çok güzel bir şekilde (tasvirlerle süsleyerek) resmeder.

Mustafa Kutlu’nun yazarlık hayatıyla ilgili bir tasnifin söz konusu olabileceğini görmüştüm, oldukça da hoşuma gitmişti.² Tasnifte 4’e bölünmüştü ancak ben sadece son parçasından bahsedeceğim.

4. Dönem(2000–2007): Yazarın daha çok uzun hikaye türünde eserler verdiği dönemdir. Uzun Hikâye, Beyhude Ömrüm, Kapıları Açmak bu dönemin ürünleridir.

Yazarın uzun hikaye türünde verdiği kitaplarını okumak istiyorsanız, Uzun Hikaye bu konuda güzel bir başlangıç olabilir. Çünkü diğer uzun hikaye türü eserlerine göre biraz daha eski ve bu türde ilk eserlerinden birisi(dir). Ayrıca kitapta çok yalın, akıcı ve doğal bir atmosferi var. Bu yönüyle oldukça kısa bir sürede okunabilecek bir kitap, okuması da zor değil. Betimlemeler de aralara çok güzel bir şekilde yerleştirilmiş, okuyucuyu yormuyor. Yazarın bu eserdeki üslubuyla ilgili Beşir Ayvazoğlu şu şekilde bir değerlendirme yapar:

“Bundan otuz kırk yıl önce Anadolu’da yaşanan kasaba hayatı ve insan manzaraları o kadar yalın ve o kadar akıcı bir dille anlatılıyor ki, ne demek istediğimi ancak okuduktan sonra anlayabilirsiniz. Hani kitap tanıtma yazılarında sık kullanılan kalıplaşmış bir cümle vardır: ‘Bir solukta okunuyor.’ Bu cümlenin eksiksiz tarif ettiği bir kitap varsa, Kutlu’nun Uzun Hikâyesidir.”

Ana hikaye bağlamında geriye dönüşler ve yan karakterlerin yaşam hikayeleri de kitapta ön planda olan özelliklerden… Çoğu karakterin Mustafa ve babasıyla olan ilişkisi ışığında bilgilendirici tasvirleri yapılıyor; bu sayede karakter olarak hepsi dolu dolu bir eser karşımıza çıkıyor. Bütün karakterlerin köy yaşamında kendine has temsil ettiği arketipler ve bunların içinin güzel bir şekilde doldurulması da esere yabancı kalmamızı engelliyor. Aynı şeyi mekanlar için de söylemek mümkün; Ali Bey’in göçebe hayatı yüzünden eser boyunca birçok yeri geziyoruz ve yine bu mekanların da çok güzel tasvirlemesi yapılıyor. Karakterler ve karakterlerin yaşadığı olaylarla güçlü bağlantılar kuruluyor ki sonrasında biz kitapta geriye baktığımızda nerelerde, kimlerin başından, ne gibi olayların geçtiğini hatırlayabiliyoruz. Bu açıdan Uzun Hikaye eserinde, yazarın birey, mekan ve olay odaklı gittiğini söylemek mümkün

“Her roman aslında bir otobiyografidir.”
André Malraux

Uzun Hikaye ile ilgili önemli bir noktaysa, eserin otobiyografik bir eser olup olmadığıdır. Her ne kadar Mustafa Kutlu bir röportajında eserin otobiyografik olmadığını söylese de bu kitapla yazarın diğer kitapları arasında ilişkiler görebilmekteyiz.¹ Bu konuda kendisinin kitaplarıyla karşılaştırma yapabilmek de mümkündür.

Yazarın Yoksulluk İçimizde, Bu Böyledir ve Arka Kapak Yazıları adlı eserlerinde aynı Uzun Hikaye’de olduğu gibi benzer figürler görebilmekteyiz:

“Bu boş saha üzerinde olmalıydı demek bakırcılar çarşısı. Şu ilerisi marangozlar çarşısı. Bir akar çeşme olmalıydı buralarda. Tam iplikçilerle buğday meydanının kesiştiği köşede. Kalaylı maşrapaları iki yandan zincirlerle bağlı, iki lülesinden kol gibi billur sular akıtan. Demek o koskoca buğday meydanı dedikleri yer şu küçücük arsa imiş. İki elinde iki bakır güğüm. Çeşmeden doldurur, bir baştan bir başa geçerdi meydanı. Kolları kopardı, bir günlük yol sanki. Şimdi boşluk. Boşlukta buğday yığınları.” (Yoksulluk İçimizde, s.83)

“Caminin şadırvanından her akam üstü bakır güğümlerle su taşırdım. Güğümleri mermer şadırvanın musluğuna dayardık. Suyun sesini dinlerdik. Güğümün altından gelen ses, ortalara doğru dalan, ağdalanan boğaza yaklaştıkça tizleşip şırıltısını şaklatan ses. Varsın aksın. Soğusun. Bulgur bulgur üzerinden taşsın, azıcık köpüklensin.” (Bu Böyledir, s.14)

“Çöl güneşi altında göz alabildiğine uzanan altın sarısı kum tepeleri gibi buğday yığınlarını aşılmaz dağlar gibi sıralanmış çuvalları geçmek, çeşmenin serin şırıltısına ulaşmak gerekiyordu. At arabalarının, fışkılara yuvalanmış sinek sürülerinin, çuval gölgelerine sığınmış kara bıyıklı köylülerin arasından geçerdim. İri bakır güğümü çeşmenin lülesine dayar, suyun sesini dinlerdim. Bakır güğüm dolar taşardı. Lüleden köpüren su köpüklendikçe yüzüme gözüme bir serinlik yayılırdı. Bu serinlikten aldığım güç ile aynı çölü bu defa ağır bir yük ile geçmeye çalışırdım. Aman Allahım, ne büyük bir meydandı bu buğday meydanı. Git git bitmez. Su dolu güğüm baldırlarıma vurdukça ağırlaşır, dal gibi ince bileklerim kesilir.” (Arka Kapak Yazıları, s.17–18)

“Kahvenin emektarı Kurban Emi ile birlikte omuzlukları kuşanır, Ortaçeşmeden su taşırdık. Su doğruca küpe girer, küp domur domur terleyerek suyu soğutur, bir de küpün toprak tadı suya ilave olunca yaz günlerinin bunaltıcı sıcağında tadına doyum olmazdı.” (Uzun Hikâye, s.35)

Mustafa Kutlu’nun eserlerinde bu figürlere çok sık rastlamamız, onun kendi yaşamından unutamadığı bir olayın dışavurumu olarak eserlerinde mi beliriyor sorusunu aklımıza getirir. Bunun dışında yazarın babası gibi Uzun Hikaye’de Mustafa’nın babası Ali Bey de divan başkâtipliği ya da arzuhalcilik yapar. Bununla ilgili Beşir Ayvazoğlu, Defterimde 40 Sûret adlı kitabındaki “Bir Hikâyecinin Çocuk ve Genç Adam Olarak Portresi” başlıklı yazısında Mustafa Kutlu’nun babası ile ilgili birtakım ayrıntılar verir:¹

“(…) Emekli olduktan sonra Cihan Kıraathanesi’nde istidacılık yapmaya başlayan Nurettin Bey’in çocuklarına okulda okutulanlar dışında kitap alacak ekonomik gücü kalmamıştır.”

Yoksulluk İçimizde adlı eserde kahramanın yaşamında önemli bir yere sahip olan Cihan Kıraathanesi, Uzun Hikaye’de yerini Sarıkaya Oteli ve Kıraathanesi ismini alır:

“-Nereye beyim?.. -Cihan Oteline!… Mutlaka Cihan Otel ve Kıraathanesi‘nde kalmalıydı. Adliye Başkâtipliğinden emekli amcası Ali Kemalî Bey’in bir köşesinde istidacılık yaptığı, iki katlı, önünde iri dut ağaçları sıralanan –bu dut ağaçları, babası, amcası ve onların arkadaşları, bütün 28. sokak sakinleri, Temmuz ortasında, o tozlu öğle saatleri ve sıvaşık sıcaklar atlatılmış, bir arazöz kaldırımlardan fışkıran ateşi cızırtılarla söndürmüş, henüz ikindi camisinden dönülmüş, kısa pantolonlu bir çocuk, sıska bacaklı, kendisi…” (Yoksulluk İçimizde, s.82)

“Babam o yıllarda arzuhalcilik, aynı zamanda dâvâ vekilliği yapıyordu. Dava vekilliği dediğin bir nevi avukat. (…) Sarıkaya Otel ve Kıraathanesi’nin bir köşesine koyduğu tahta masaya yerleştirmişti.” (Uzun Hikâye, s.33)

Aynı şekilde kuş figürü de yazarın eserlerinde ortak olarak geçer. Yoksulluk İçimizde kitabındaki kanarya Uzun Hikaye ve Arkakapak Yazıları’ndaki 5402 adlı hikayede sakaya dönüşür:

“Babasının minderi sac sobanın başındaydı. Kar yağardı durmadan ve kış bitmek bilmezdi. (…) Ve odada babasının bitmek tükenmek bilmeyen titizlenişleri ile şu kışı da sa selamet atlatıverse diye başından ayrılmadığı kanarya.” (Yoksulluk İçimizde, s.37)

“Sonra ansızın bir sabah bahar çıkageldi. Bir kardelen toprağı yardı. Ardından sarı çiğdem, nevruz ve da lalesi. Sakanın kafesini balkona çıkarmıştık.” (Arka Kapak Yazıları (5402), s.108)

“Masa cam kenarında idi ve yanında küçük bir sehpa dururdu. Sehpanın üzerinde gelişkin bir küpe çiçeği, onun da üzerinde duvara asılı bir saka kafesi. Babam saka beslerdi. Yeniçeri kuşu imiş ne demekse.” (Uzun Hikâye, s.33)

Bunlar dışında yazarın kitaplarında diğer benzerlikleri de görebilmekteyiz. Bu bakımdan Uzun Hikaye’nin yazarın hayatında önemli bir yeri olduğunu ve kendi hayatından da izler taşıdığını (her ne kadar kesin olmasa da) söylemek mümkün.

Bu konuda çeşitli görüşler de mevcut:

Alâattin Karaca: “Uzun Hikâye, genç bir anlatıcının babası ile beraber Anadolu’nun çeşitli kasabalarında yaşadıklarını anlatan bir otobiyografik öyküdür. Çocukluğunu bir istasyonda, vagondan bir evde geçiren, lise yıllarında karpuz sergilerinde çalışan, garsonluk yapan, yazlık sinemalarda kuru yemiş satan, futbol oynayan kahraman, öykü yazarı Mustafa Kutlu’dan izler taşır.”(Alâattin, Karaca, “Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikâyesi”, Türk Dili, S.265, Ocak 2004, s.53,57)

Gürsel Aytaç: “Ben-anlatı tarzında kaleme alınmış ve otobiyografik olup olmadığını ancak Mustafa Kutlu’nun hayatını yakından bilenlerin saptayabileceği ‘Uzun Hikâye’, bir yaşam öyküsü. Ve kitabın son satırlarının, ilk satırlarının tekrarı oluşu, hayatı anlatılan kişinin bir yazar olduğunu ortaya koysa da o yazarın Mustafa Kutlu’nun kendisi olup olmadığı uzak bir okuyucu için belirsiz.” Gürsel, Aytaç, “Uzun Hikâye”, Cumhuriyet Kitap, 08.06.2000. (Ömer Lekesiz’den nakil s.118-119)

Hakkı Yanık: “Hikâyede geçen isimler, Kutlu’ya ve onun yaşadığı hayata pek uzak değil. Yazarın hayatından da parçalar görmek mümkün.” [Uzun Hikâye üzerine yazarlarla konuşma, Konuşan: Özkan, Fadime, “Kutlu’nun Uzun Koşusu”, Yeni Şafak, 23.03.2000, s.14]

İcabi Akçaoğlu: “Kutlu’nun son kitabı Uzun Hikâye’nin herkesi çarpması kimi yerde diğer kitaplarının hülasası ve bir yerde gizli sayılabilecek erken hatıra denemesi olarak okunduğu içindir.” İcabi, Akçaoğlu, “Derdini Hikâyeciye Anlat”, Atlılar, Mayıs-Haziran 2000, S.3, s.18

Mızıka ve daktilo da eserde geçen önemli imgelerdendir: Daktilo, Ali Bey’in mücadeleci ve asi tavrını yansıtırken; Mızıka ise onun sanatkar yönününün bir göstergesi olarak karşımıza çıkar.

Kitabın sonuna gelindiğinde, bütün bu hikayenin aslında Mustafa tarafından yazıldığını görürüz ki geriye dönüş çok çarpıcı kullanılmış. Hikayenin sonuyla birlikte Mustafa Kutlu’nun dili nasıl güzel bir şekilde kullandığını da tekrardan görmüş oldum.

Kapanışa geçecek olursak: Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye adlı eseri kapsamında kendisinin yazarlık kariyerini ve hayatının bu eserine yansımalarından bahsettik; Mustafa Kutlu’nun 2000 yılında çıkardığı ve uzun hikaye türünde verdiği ilk eserlerinden olan Uzun Hikaye Kitabı konu olarak bir Bulgar göçmen(i) olan Ali Bey’in hikayesini anlatır. Ayrıca hem üslup özellikleri hem de ele aldığı konular açısından da mutlaka okunması gereken bir eser(dir).

Referanslar ve Kaynakça

[1] Tonga Necati, “Yazar-Eser Bağlamında Mustafa Kutlu’nun Uzun Hikaye Adlı Eserinin Tahlili”, Ekim 2007

[2] Dağ Necla “Mustafa Kutlu’nun Hikâyelerinde Modernizm ve Bunalım Bağlamında Çevre İlişkilerinin İncelenmesi”, Nisan 2019

Kutlu, Mustafa, Uzun Hikâye, Dergâh Yay., İst., 2000

Kutlu, Mustafa, Yoksulluk İçimizde, Dergâh Yay., İst., 1981.

Kutlu, Mustafa, Bu Böyledir, Dergâh Yay., İst., 1987.

Kutlu, Mustafa, Arka Kapak Yazıları, Dergâh Yay., İst., 1995.

Çevir/Translate