Gülün adı, ünlü düşünür/yazar Umberto Eco’nun 1980 yılı basımlı bir romanı, romanın çıkışından yaklaşık 6 sene sonra yani 1986 yılındaysa Jean-Jacques Annaud bu başyapıt eseri beyaz perdeye taşımıştır. Ortaçağ İtalyasında bir manastırda geçen film çeşitli teknikler ve metaforik anlatımlarla süslenmiş, Sean Connery’nin harika oyunculuğuyla da taçlanarak romandaki akıcılık, ustalık ve atmosfer filme de yansımış, adeta bir başyapıt ortaya çıkarmıştır. Romanla ilgili çok detaya girmek istemiyorum çünkü tamamını okumadım, belki bu film üzerinden bir inceleme daha gelir diye düşünüyorum romanla birlikte, bu giriş niteliğinde olacak çünkü hem daha çok (amatör) tarihsel bir inceleme oldu hem de dediğim gibi romanını tam bitirmedim ancak şu anki okuduğum kısımdan çıkardığım kadarıyla romana sadık kalındığını; uzun diyalog ve betimlemelerden kaçınıldığını söyleyebilirim.
Film İtalya’da bir Benediktin manastırında geçmektedir. Bu manastıra giden Fransiskan Baskerwille’lı William ve öğrencisi Adso bir anda kendilerini büyük bir suç bataklığı içerisinde bulurlar. O andan itibaren adeta rahipten çok dedektif ve yardımcısı rollerine bürünen William ve öğrencisi bu suçları bulma arayışına girmişlerdir, bu sebeple film boyunca gizem ve polisiye havası bizi beklemekte, yer yer Sherlock Holmes esintileri görebilmekteyiz. Filmi daha iyi anlayabilmek için biraz da tarihsel arkaplanını incelemek, Benediktin ve Fransiskan tarikatları üzerine konuşmak gerekir çünkü her iki tarikatın da kitaplar ve din anlayışlarında büyük ayrımlar vardır: Fransiskan tarikatı İsa ve Havarilerinin yoksulluğunu, Benediktin tarikatı ise bunun tam da aleyhine kilisenin zengin olması gerektiğini ve bütün güç unsurlarının da kilisede birleşmesi gerektiğini savunur. Bu zenginliğin nereden geldiğini de filmde görebilmek mümkün. Halk kiliseye çeşitli yardımlarda (yiyecek, erzak vs.) bulunmakta; kiliseyse buna karşılık onlara cennetten toprak parçası vermektedir. Bundan güzel ticaret mi olur(!). Ayrıca bu iki tarikatın ayrıldığı bir diğer konuysa kitaplara, bilgilere erişimle ilgilidir. Filmin başındaki bazı konuşmalarda manastırın devasa büyüklükte bir kütüphaneye sahip olduğunu öğreniriz ancak gelin görünki keşişlerin çalışmalarını yaptıkları, kitap okudukları salonun kütüphanesinde oldukça az sayıda kitap olması gözümüzden kaçmaz ve buradaki en önemli noktaysa bu kitapların tamamen kilisenin seçmiş olduğu ve (kilisenin belirlediği) sadece tek bir inanış, düşünce üzerinde yoğunlaşan kitaplar olmasıydı. Diğer tüm kitaplar ise bir kulede kilitli tutuluyor, sadece belirli kişiler bunlara erişim sağlayabiliyordu.
Yasaklanan ve kulede kilitli tutulan kitaplardan bir tanesiyse Aristo’nun komedi üzerine olan kitabıydı. Bunla ilgili bir sahnede manastır salonu içerisinde gülen keşişlere yaşlı ve kör rahip Burgos’lu Jorge gülmenin ve kahkaha atmanın yasak olduğunu hatırlatmış, onları susturmuştur. Filmdeki önemli çatışmalardan birisi de tam bu sahnede meydana gelmiştir. William kahkahanın gayet normal bir şey olduğunu, dini inanışlara ters düşmediğini savunurken Jorge ise buna karşı çıkmış ve hiç bir kitapta böyle bir şey yazılmadığını ifade etmiştir. İşte Aristo’nun komedi kitabının da sözü ilk defa burada geçmiştir. William böyle bir kitabın yazıldığını ancak kaybolduğunu, Jorge ise böyle bir şeyin hiç bir zaman yazılmadığını söylemiştir çünkü kitap kayıptır. Kaybolan bu kitabın bir kopyasıysa kulede çok özel bir odada saklanmaktadır. Filmin kilit noktası bu kitaptır. Manastırda gerçekleşen ölümlerin perde arkasında bu kitap saklıdır. Kuleye çıkmayı başarıp o kitabı okuyan herkes zehirlenerek öldürülmüştür çünkü kiliseye karşı gelmişler ve yasaklanan kahkaha kitabını okumuşlardır. Filmin sonlarına doğru Jorge’un çok çarpıcı bir sözü karşımıza çıkar: “Kahkaha korkuyu öldürür ve korku olmazsa inanç da olmaz çünkü şeytan korkusu olmadan Tanrı’ya ihtiyaç kalmaz…” Aslında bütün bunlar filmi özetler niteliktedir, kahkaha sözünden kastedilen sadece gülme eylemi değil; bilgi, akıl ve düşüncelerdir. Tanrı’ya bağnaz bir inanış ise ancak ve ancak bunların yasaklanması belki de yok edilmesiyle mümkündür.
Filmde bilginin kısıtlanması ve halkın da bilgiye olan isteği çok güzel resmedilmiş, obskürantizm kavramı çok güzel yansıtılmıştır. Halkın bu isteğini de Fransiskanlılar temsil eder; William ve öğrencisi… Film boyunca kilise ve skolastik düşünceye karşı mücadele etmişlerdir, bu da Aristo’nun komedi kitabına ulaşma çabasıyla resmedilmiştir. Çünkü komedi aslında skolastik düşüncenin ve obskürantizmin yasakladığı birçok şeyi ifade eder. Film sonunda da kilise kaybeder ve aydınlanmacı, yenilikçi düşünceye sahip William kazanır. Bu mücadele birnevi Ortaçağ Avrupa’sının reformuna yönelik isyanın ve hareketin fitilini ateşler niteliktedir. Halk artık daha da bilinçli hale gelmiş, kilise ise kaybetmeye mahkum olmuştur. Aydınlık karanlığın yerini almıştır…